Basra'da halk arasında "katra" diye nitelendirilen esrarengiz yaratık yakalandı
Basra'da bir süredir halk arasında paniğe yol açan vahşi hayvan, sonunda yakalandı. Irak'ın güneyindeki Basra'da ortaya çıkan ve halk arasında "Karta" diye anılan vahşi hayvan, köylüler tarafından öldürüldü. Tırnakları yaklaşık 12 santimetre olan Karta, ayıya ve köpeğe benziyor. Katranın geceleri yalnız insanlara saldırdığını iddia eden Basralılar ise, hayvanın öldürülmesiyle biraz rahatladıklarını ifade ediyor.Karta'nın Irak'ta geçmişte de görüldüğünü belirten Dr. Muştak Abdulaziz, "'Karta' ya da 'Garari' Irak'ta eskiden de görülürmüş. Dedem bize, çocukluklarında bu hayvandan korktuklarını anlatırdı. Özellikle köylerde ve bataklıklarda görülürmüş. Eski rejim zamanında oralar boşaltılınca, yerleşim yerlerinde görülmemeye başladı.
Karta, çok vahşi ve tehlikeli bir yaratık. Çok kötü şartlar altında, vahşi doğada yaşıyor ve yiyecek için her yere saldırıyor. Şimdi hayat köylere, bataklıklara ve nehirlere dönünce vahşi hayvan yine ortaya çıktı" dedi.
Yaşlıların bu hayvanı bildiklerini belirten Abdulaziz, "Bu hayvandan sadece yeni nesil habersiz ve şaşkınlık içinde. Karta, özellikle Basra'nın kuzeyindeki Karmat Ali ve Ebu Sekhare'de görülüyor. Çok güçlü pençelere sahiptir. Pençeleri sayesinde küçük çocukları parçalayıp yiyebilir. Yetişkinlere ise ancak saldırabilir ve pençeleri sayesinde onları yaralayabilir, ısırabilir" şeklinde konuştu.
Bu acayip hayvanın videosu için şuraya tıklamanız yeterli...
Bakire kızlar pazarı
Turistik yollar 13-18 yaşındaki kızların satıldığı bir pazara dönüştü. Aileler bu durumu destekliyor.
Taj Mahal’in 30 mil batısındaki Jaipur şehrindeki turistik yollar, 13-18 yaşındaki kızların satıldığı bir pazara dönüştü. Yol kenarındaki barınaklarda yaşayan ve fiyatta anlaştıkları müşterilere bekaretini veren kızlar, aileleri tarafından da destekleniyor. Şehirde normal fahişelik ücreti 1.30 sterlin, bakirelerin fiyatı ise 600 sterline kadar çıkıyor.
Bu ücreti ödeyen müşteri, kiraladığı kızla haftalarca birlikte olabiliyor. Geleneklere göre, bekaretini veren kız için önce bir parti düzenleniyor. Partide kıza pahalı hediyeler, mücevherler veriliyor ve keçi kurban ediliyor.
Bekaretine 600 sterlin değer biçen Bedia kabilesinden Suli (14) de bu kızlardan biri. 59 hanelik bu kabilede fahişelik uzun yıllara dayanan ve kast sistemi ile çalışan bir gelenek. Kızlar yetişkinliğe geçmeden önce fahişelik yapıyor, bu da evlilik kadar normal karşılanıyor.
Buzullar erimesin diye üstünü örtüyorlar
Almanya'nın Bavyera bölgesinde buzların erimemesi dağın üstü branda ile örtülüyor.
Almanya'nın Bavyera bölgesinde buzların erimemesi için branda kullanılıyor.
İşçiler 2 bin 962 metre yükseklikteki ülkenin en yüksek dağı Zugspitze’in tamamını örtüyor.
Yetkililer dağın teleferik bölgesinde bulunan
Gitti 600 bin dolarlık Porsche
Daily Mail gazetesinde yayımlanan fotoğraf, Hamilton'ın babası Anthony Hamilton'ın yaptığı kazanın, ödünç aldığı 660 bin dolarlık Porsche'ye verdiği zararı gösteriyor.
Kaza, Anthony Hamilton'ın direksiyon hakimiyetini kaybederek bir evin bahçesindeki çitlere çarpması sonucu meydana geldi.
Kazanın ardından özür dileyen Hamilton, dünyanın en hızlı araçlarından biri olan Porsche Carrera GT marka lüks aracı kimden ödünç aldığını ise açıklamadı.
Hamiton, 'Bu, neredeyse 30 yıldır yaptığım ilk trafik kazası' derken, kazada sadece aracın ve bahçe çitinin hasar görmesinden dolayı mutlu olduğunu ifade etti.
Daily Mail, 'Carrera GT kaza yapmak istemeyeceğiniz bir araç' diyerek, iki koltuklu modellerden sadece 1270 adet üretildiğini ve bunlardan 50'sinin İngiltere'de olduğunun sanıldığını belirtti.
Dünya, gizemli bir ses çıkarıyor
Dünya'nın insan kulağının işitemeyeceği düzeyde çıkardığı, ''sessiz bir senfoniyi'' andıran homurtusunun kaynağı gizemini koruyor.
LiveScience internet sitesinin haberine göre, araştırmacılar, Dünya'nın çıkardığı bu sesin içinde hiç beklenmedik güçlü melodiler keşfetti.
Dünya, yer sarsıntısı olmadığı zamanda bile insan kulağının duyamayacağı seviyede daimi bir gürültü yayıyor.
Bu ses ilk kez on yıl öncekeşfedildi ve yalnızca depremölçer gibi bilimsel araçlarla tespit edilebildi. Araştırmacılar, bu ilk keşife "Dünya'nın homurdanması" dedi.
Araştırmacılar, bu "homurdanmanın" hareketli okyanustan ya da belki hareketli atmosferden kaynaklanabileceğinden de şüpheleniyor
Nostradamus kehanetleri
Nostradamus kehaneti: Üçüncü Dünya Savaşı 2076'da, dördüncüsü ise 2106'da çıkacak.1000 yıl huzur olacak.
Nostradamus'unkehanetlerindeki şifreyi inceleyen uzmanlara göre Dördüncü Dünya Savaşı sonrasında bin yıllık barış çağı yaşanacak.
İddia şöyle devam ediyor: Hayat 3797 yılında sona erecek.
Nostradamus'a göre sadece insanlık bitecek, dünya hiç yok olmayacak.
Gizemli mavi güneş
Mısır'ın başkenti Kahire yakınlarında bulunan piramitlerin etrafındaki güvenlik kameraları, 14 Aralık 2006'da saat 16.47'ten başlayan garip bir olayı kaydetti.
Güneşin rengi, yaklaşık 15 dakika boyunca maviye döndü.
Görüntüler daha sonra bir grup fizikçi tarafından incelendi. "Mavi güneş olayı" ile ilgili hazırladıkları raporda şu ifadeler yer aldı:
BU GÜNE KADAR SADECE 5 KEZ YAŞANDI
"Güvenlik kamerası tarafından kaydedilen ve ilk kez belgelenmiş olan 'mavi güneş olayı', tarihi kayıtlara göre, bugüne kadar sadece 5 kez yaşanmıştır. En son 'mavi güneş olayı' 1950'de İskoçya'nın Edinburg kentinde meydana geldi. Söz konusu olay, Craig Bohren'in 'Clouds in a Glass of Beer' (Bir Bardak Biradaki Bulutlar) adlı kitabının 91'inci sayfasında anlatılıyor. PiramidCam adlı piramitlardeki güvenlik kamersına yansıyan olay incelenmiştir".
HAVA KİRLİLİĞİ Mİ?
Ancak bilim adamları yazılı raporlarında, olaya neden olan etkenlere yer vermediler. Bugün de süren araştırmalarla ilgili bazı bilim adamları "mavi güneş olayının" havadaki kirliliğe bağlı olduğunu savunuyor. Ancak bir başka grup bilim adamı, da bu tezi "1950'lerde bu denli bir hava kirliliği yoktu. Aynı oranda kirlilik yoksa, olay nasıl aynı şekilde gerçekleşebilir?" diyerek tartışmayı sürdürüyor.
Mezarlıktaki esrarengiz gelin
Bir akraba dügününden dönen Kemal ve arkadasi Recep, 20 kasim aksami, yaklasik 00.30 sularinda sehir mezarligindan otomobille geçiyorlardi.
Her iki tarafi mezarlik olan dar bir yoldu geçtikleri. Aniden soldaki duvarin üstünden, arabanin önüne beyaz bir sey atladi. Iki arkadas bunun beyaz bir köpek olabilecegini düsündü. Ancak normal sartlarda ona çarpmalari gerektigi halde her ikisi de çarpma sesi duymamis ve çok sasirmislardi.
Arabayi durdurup arkalarina baktilar ama hiçbir sey görmediler. Her ikisi de garip bir seyler oldugunu fark etmislerdi. Mezarliktan çikmalarina çok az kalmisti ki, araci kullanan Recep bir çiglik atti. Dikiz aynasindan bakiyordu. Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal arka koltukta oturan gelinlik giymis bir kadin gördü.
Kadin sessizce iki arkadasi izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telasa kapilan arkadaslar, mezarliktan nasil çiktiklarini ve arabadan nasil indiklerini hala hatirlamiyorlar. Ön cama yapismis bir sekilde arabayi durdurdular fakat kadin artik orada degildi.
Bunun üzerine olayi arastirmaya baslayan Kemal, ayni gün ölen bir kadin oldugunu ögrendi. Kadin yakin bir köyde yapilan dügününden dönerken trafik kazasinda hayatini kaybetmisti. Ve öldügünde üzerinde gelinligi vardi.
Ölen kadinin yakinlarini ziyaret eden Kemal , kadinin ayni kadin olup olmadigini ögrenmek istedi. Gittigi evde kendisine bir fotografi gösterildi. Fotograftaki kadin o gece otomobilin arka koltugunda gördügü kadindi. Ölen kadinin yakinlari da olaya sasirdilar. Bir daha o mezarliktan geçemeyen Kemal ve arkadasi, olayi bir süre daha irdelemelerine ragmen, o gün ölen kadinin neden onlara gözüktügünü ögrenemediler.
Toprak altında kalan esrarengiz kentler
İnsanlığın geçmişine ait bilgileri edinebilmek, eskiden insanların yaşadıkları varsayılan yerlerde kazılar yapmakla, eski kentleri ortaya çıkarmakla mümkün olur. Binlerce yıllık bir hayatın aşamalarını belirten ipuçları oralarda bulunabilir. Eski arkeologlar yalnızca eşya aramakla yetinirlerdi. Bugünküler o bölgenin tarihini de aydınlatmaya çalışıyorlar.
Toprak altında bulunan her yıkıntı orada eskiden bir şehir bulunduğunu göstermez. Bu yıkıntı bir kaleye, surlarına, mezarlığa, taş ocağına veya geçici bir konaklama yerine yani zamanla insanlar tarafından bilinçli olarak terkedilmiş bir yere ait olabilir.
Ayrıca insanlık tarihindeki bütün eski şehir ve yerleşim birimleri de toprağın altına gömülmüş değillerdir. Örneğin, Mexico City'de Azteklerin bir göl yatağına kurdukları şehir toprağa batmıştır ama Mayaların kayalar üzerine yaptıkları yapılar hala ayaktadırlar.
Toprağın altında kalma ifadesi de tam doğru değildir. Bugün güney Irak'ta bulunan Ur şehrinin kalıntıları üst üste birikerek toprağın ilk yüksekliğinden 20-25 metre daha yüksek bir tepe oluşturmuşlardır.
Bir şehrin toprağın altında kalması için önce orada yaşamın sona ermesi gerekir. Bir şehri insanların terk etmelerinin sebebi deprem ve sel gibi tabii afetler olabileceği gibi insanların kendileri yani savaşlar ve onların sonucu yapılan tahribatlar da olabilir.
Afetler ve savaşlar sırasında ev sahipleri kaçmak zorunda kalırlar, belki de ölürler veya öldürülürler. Ev boşalır, zamanla damı çöker, çerçeveler çürür, duvarlar yıkılır. Her yanı yabani otlar ve çalılar sarar. Aradan yüzyıllar geçer, toprağın yeni sahipleri burada ekime başlarlar, saban ne kadar tümsek ve çukur varsa hepsini dümdüz eder.
Aşınmaya, içi nemli toprakla dolu bir hendek daha az, taş duvarlar ya da sert zeminler daha çok direnç gösterirler. Toprağın derinliklerinde saklı kentlerden yer üstünde duvar kalıntıları, kırık bir sütun veya bir heykel görülebilir.
Toprağın altındaki eski şehirlerin oraya gömülüp kalmaları birkaç nedenin birleşmesiyle de oluşmuş olabilir. En çok rastlanılan durum, rüzgarın yarattığı toz bulutunun zamanla insan eliyle yapılmış ve terkedilmiş yapıların üzerinde birikmesi ve onları örtmesidir. Bu toz, toprağın gevşek yapısından oluşabildiği gibi volkanik bir püskürme sonucu oluşan toz da olabilir. Zaten havanın içinde de önemli miktarda toz vardır. Bu, yeni silinmiş camların yağmurdan sonraki hallerinden de anlaşılabilir.
Su baskını veya suların taşıdığı şeyler de eski kentlerin üzerlerini örtmüş olabilir. Bu oluşumlara taşan nehirlerin taşıdıkları alüvyonlar ve aşırı yağmurların yüksek yerlerden getirdikleri çamur tabakaları sebep olurlar.
Depremler bir şehrin yıkılmasına, yaşamın yok olmasına neden olabilirler ama onların toprak altında kalmalarının tek sebebi olamazlar. Milattan sonra 794 yılında Vezüv Yanardağı'nın püskürmesinin yarattığı deprem Pompei ve Herculaneum şehirlerini yok etmiştir ama toprağın derinliklerinde kalmalarının nedenleri birincisinde yanardağdan fışkıran çamur, ikincisinde ise kül tabakasıdır.
Şehirlerin toprak altında kalmaları olayının en belirgin örnekleri Anadolu ve Ortadoğu'daki kalıntılarda görülür. Birçok medeniyet bir önceki medeniyetin kalıntıları üzerine kurulmuştur. Evler çoğunlukla çamurdan yapılmış tuğlalarla inşa edilmişlerdir. Bu tuğlaların kullanım süreleri 60 yıl civarındadır. Sürekli bakıma, yağmurdan ve sudan korunmaya ihtiyaçları vardır. Aksi halde zamanla aşınır, dağılır, ufalanıp toprağa karışırlar. Alçıtaşından yapılmış kaldırımlar da kırılır, dökülürler ve onlar da toprak olurlar. Geriye sadece bu toprağın örttüğü, granit, mermer ve sert taşlardan yapılmış yapılar kalır.
Ölüm anında kafamızdan geçenler, geçecekler
Ölüm-ötesi deneyimleri geçirip yeniden hayata dönen kişiler üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, ölüm anında insanlar şunları algılamışlar, ilginç gerçekten:
1)Daha önce duyulmamış harikulade bir melodi.
2)Pırıl pırıl, tertemiz renkler.
3)Çevresindeki insanların göremediği bir ışık.
4)Önceden tanıdığı, sevdiği, ölmüş bir ya da birkaç kişiyle karşılaşma.
5)Dinsel veya mitolojik varlıklara ilişkin imajlar.
6)Tüm yaşamının, yaşamındaki tüm olayların bir film şeridi gibi hızla gözünün önünden geçmesi.
Ölüm döşeği vizyonları insanın ölüm sırasındaki paranormal algılamalarını belirtmek üzere parapsikologlarca ortaya atılmış bir terimdir.
Ölüm döşeği vizyonları hakkındaki veriler, ölüm-ötesi deneyimini geçirip, kendiliğinden ya da reanimasyon yöntemiyle tekrar yaşama dönen kişilerin anlattıklarına dayanır.
Kaz Dağları 'nda görülen gizemli ışık
Balıkesir'in Edremit ilçesinde, Kazdağları'nda günlerdir yanıp sönen bir ışık görüldüğü iddia edildi.
Zeytinli Altınkum Mahallesi'nde oturan Telekom'dan emekli 52 yaşındaki tekniker Yaşar Atalay Şit, "Evimiz Kazdağları'nı görüyor. Doğaya karşı ilgim nedeniyle zaman zaman dağları izleme fırsatı buluyorum. Bu nedenle dürbün ve teleskopum var. İzlerken bir cisim gördüm Yaklaşık 15-20 gündür bu cisim dağdan bir ışık saçıyor.
Bu çok değişik bir şey. Ufo gibi. Zırhı olan beyaz bir şey. Belirli aralıklarla ışık yanıp sönüyor. Kimi zaman sönük oluyor, kimi zaman ise çoğalıyor.
Özellikle kapalı havada daha da belirginleşerek pervaneyi andıran bir direk çıkartıyor. Bu sefer dönen şekilde ışığını döndürerek yansıtıyor. Seyrettikçe tüylerim diken diken oluyor. Ne olduğunun tespit edilmesinin istiyorum" dedi.
Edremit Orman İşletme Müdürü Ali Osman Aksoy, Kazdağları'ndaki ışığın araştırılacağını açıkladı.
Gece aynaya bakın, cinleri görün
Size hiç kimsenin bilmediği bazı şeyler anlatacağım. Aynaları bilirsiniz sabahları kalktığımızda karşısına geçip kendinizi izlediğiniz, süslediğiniz aynalar. Peki aynaya geceleri hiç baktınız mı, bakmayı hiç denediniz mi? Denemek istemezmisiniz?
Geceyarısından sonre eğer cesaretiniz varsa karanlık odadaki bir aynaya (el aynası değil) uzun süre bakmayı deneyin. Oda pencereden gelen sokak lambalarının verdiği loş ışık altında olabilir. Eğer bunu yapmak istediğinize kendinizi emin hissediyorsanız başlayabilirsiniz.
"Baksam bile kendimden başka ne görebilirim ki" dediğinizi duyar gibiyim. Peki bedensiz varlıkları görmenin bir yolunun da aynalar olduğunu biliyormuydunuz. Ya da gece uzun bir süre aynaya baktığınızla gözlerinizle göremediğiniz varlıkları yada diger bir deyişle cinleri görmek istemezmiydiniz.
Anlattıklarım size ürkütücü gelmiyor mu? Yoksa siz cinleri filmlerde izlediğiniz küçük ve boktan bir lambanın içinde yaşayan varlıklar mı zannediyorsunuz. Peki onlarla iç içe yaşadığımızın farkında değilmisiniz. Onların bizi gördüğü ama bizim onları göremediğimiz bir dünyada yaşadığımız gerçeğini hiç duymadınız mı?
Hiç çevrene görmek istediğin gözle baktın mı? Denersen göreceksin ki sen farkında olmadan etrafında ki yüzlerce göz seni izlemekte.
Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış. Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş.
Tüneller Kapalıçarşının altından da geçiyomuş tabi. Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere. Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış. Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Hepsi kaçakmış bunların. Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kuran’a el bastırılıyormuş.
Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyomuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış. Bir keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, (çünkü hep, “ilerler hazinelerle dolu o’lum” geyiği yapılırmış bu atölyelerde) üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi.
Dehlizler labirent gibiymiş. Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş. Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış. Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş. Bu çocuk bi daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış. Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş. Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan. Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce
Şahmaran ve Camsab (Şahmaran efsanesi)
Efsaneye göre Şahmaran yüzlerce yıl önce Tarsus'ta yaşayan yılan vücutlu kadın başlı bir kahraman. Bahçesinde insanoğlunu cezbedecek her türlü yiyecek ve ziynet eşyası bulunan Şahmaran kimsenin bilmediği bir yerde insanoğlundan uzakta yerin altında yaşamış, ta ki insanoğlu Camsab tarafından bulunana kadar.
Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab bir gün ormanda bir kuyu dolusu bal bulmuş. Balı çıkarmak üzere kuyuya inen Camsab'ı, bütün balı yukarı çeken arkadaşları aç gözlülükleri yüzünden kuyuda bırakmış. Yalnız başına feryat eden Camsab tam da ümidini kesmişken topraktan iğne deliği büyüklüğünde ışık sızdığını farketmiş. Cebindeki bıçak ile ışığın geldiği deliği büyüten Camsab, ömründe görmediği kadar güzel bir bahçeye girmiş. Bu bahçede dünyada eşi benzeri olmayan çiçekler, ortasında bir havuz ve çevresinde oturaklar ile bir yığın yılan bulunuyormuş. Havuzun başındaki taht üzerinde insan başlı, süt beyaz vücutlu bir yılan Camsab'a kendi diliyle hitap etmiş; 'Hoşgeldin insanoğlu, çevrendekilerden korkma sen bizim misafirimizsin'.
Şahmaran Camsab'a türlü türlü yiyecekler ikram edip kendi ülkesine nasıl ve neden geldiğini sormuş. Camsab hikayesini uzun uzun anlatmış... Camsab'ı dinleyen Şahmaran başını sallayıp 'İnsanoğlu nankördür, hilekardır. Küçücük menfaatleri karşısında muazzam zararlarına razı olur' demiş.
Şahmaran'ın güvenini kazanan Camsab uzun yıllar bu bahçede yaşamış. Yıllar sonra bir gün Şahmaran'a yaklaşan Camsab, ailesini çok özlediğini söyleyip 'Nolur beni aileme kavuştur' diye yalvarmış. Bunun üzerine Şahmaran kendisini salıvereceğini, ancak yerini kimseye söylemeyeceğine ve asla hamama girmeyeceğine dair söz vermesini istemiş. Çünkü Şahmaran'la karşılaşan her kim olursa hamama gittiğinde vücudu pullarla kaplanırmış. Şahmaran'a söz verip ailesine kavuşan Camsab uzun yıllar verdiği sözde durarak Şahmaran'ın yerini kimseye söylememiş ve hiç hamama gitmemiş.
Derken bir gün Camsab'ın yaşadığı ülkenin hükümdarı Keyhüsrev hastalanmış. Vezir, hastalığın çaresinin Şahmaran'ın etini yemek olduğunu söylemiş ve herkesin hamama getirilmesini istemiş. Önceleri direnen sonra zorla hamama gotürülen Camsab'ın vücudu hamama girince pullarla kaplanmış. Sonunda da yapılan işkenceye dayanamayarak canını kurtarmak için kuyuyu göstermiş. Hemen kuyunun başına gidilmiş ve Şahmaran dışarı çıkarılmış. Camsab'ı gören Şahmaran 'İşte Camsab nihayet kanıma girdin. Ben insanoğluna itimat edilmeyeceğini biliyordum. Fakat ne çare ki yine aldandım' demiş. Ölüme giderken de Camsab'a 'Beni toprak çanakta kaynatıp ilk suyumu sana içirecekler sakın içme zehirlidir. İkinci suyumu iç gövdemi de hükümdara yedir' demiş Şahmaran'ın söylediklerini harfiyen yerine getiren Camsab ilk suyu vezire içirip ikincisini kendisi içmiş. Etini de hükümdara yedirmiş. Vezir ölmüş hükümdar da kısa sürede iyileşip Camsab'ı veziri yapmış.
Efsaneye göre Şahmaran'ın öldürüldüğünü yılanlar bilmemekte. Tarsus'un Şahmaran'ın öldürüldüğünü öğrenen yılanlar tarafından basılacağı rivayet edilir.
Öldü, 17 saat sonra dirildi
ABD'de Batı Virginia eyaletinde yaşayan Val Thomas (59), cumartesi gecesi kalp krizi geçirince hastaneye kaldırıldı.
2 kez kalbi duran Thomas, kalp masajı ile hayata döndürüldü. Ancak hiçbir beyin fonksiyonu çalışmayan ve vücudunda sertleşme ile morarmalar başlayan Thomas'ın yakınları, "Artık öldü" denilmesi üzerine organlarını bağışlama hazırlıklarına başladı.
Tam bu sırada 17 saat beyin fonksiyonları duran Thomas uyandı ve konuşmaya başladı. Doktorlar durumu mucize olarak niteledi.
Bitki değil taş. Ama her yağmurla birlikte büyüyebiliyor. Bu yüzden, doğanın harikası sayılıyor. İnkansız gibi görünüyor. Ama imkansız değilmiş.
Romanya'nın Karpat Dağları'nın da bulunduğu Vılcea bölgesindeki Costeşti kasabasının yakınındaki ormanda taşlar büyüyor.
Onlara bölge halkı "trovanti" diyor. Kimileri kutsal olduklarını düşünüyor. Çünkü doğada başka örneği yok. Kimleri bu taşlara dokunmaya bile korkuyor. Kimileri ise turistlere satıyor.
Ama bilim adamları, her yağmurla birlikte büğyüyen bu taşları incelediler. Sonuç ilginç ama olduça basit: Taşların yapısında bulunan çimento benzeri madde, aynen çimento gibi suyla birlikte hacim kazanıyor.
Buna rağmen "trovanti" taşlarını görmek için artık dünyanın dört bir yanındaki meraklılar bölgeye akın ediyor.